26 Ağustos 2015 Çarşamba

yan başlık

Hep yazmak istedim. Ama hiç yazmadım, bekledim daha doğrusu. Bir şeyler yazmak için bekledim. İnsan yazı yazmak için neyi bekler? İlla mühim bir olay mı gerçekleşmelidir bir şeyler yazmak için? Sadece yazamaz mısın? Yazamazsın dostum. Ertelersin. Yaz dedim sana, her aklına geldiğinde mutlu oldun ama yazmadın. Fısıldadım kulağına, yine de yazmadın. Bu geceyi bekledin yazmak için. Kaleminden çıkacak üç beş kelime için bir geceyi bekledin. Sürekli erteledin ve bekledin. Olsun, şimdi yazıyorsun ya. Tadını çıkar bu duygunun, istediğin dökülsün, istediğin yer alsın yazıda, sen yönet, sen tasarla. Ne kadar da bencilce değil mi? Bir şey üzerinde güç sahibi olunca ne kadar da ilginç oluyor her şey. Sadece kendi istediğini yapıyorsun, başkası için yazsan bile, başkasına yazsan bile, bir amaca dönük yazsan bile “sen” yazıyorsun dostum ve yazan sen olunca sadece istediğini yazıyorsun. Başkasına istediğin iyilikleri yapıp istediğin nasihatları veriyorsun. Ona istediğin şekilde yardımcı oluyorsun, sen istiyor ve yapıyorsun. Bundan kurtulmanın yolu nedir acaba, düşünülesi bir şey olsa gerek. Önce şu şekilde inceleyelim, yüzeysel ve düz düşününce; bundan kurtulmak için bunu yapan ya da yaratan ya da bir şekilde bunun gerçekleşmesine neden olan etkenden kurtulmak gerek. Parmaklarından, kaleminden, kağıdından, daktilondan ya da bilgisayarından. Kısacası kendinden kurtulman gerek. Kendinden kurtulunca başkalarını da götürebilirsin yanında, kendinden kurtulmak tehlikelidir o zaman. Sadece düşünce bazında kurtulabilir miyiz peki, çok maddesel değil de düşünsel olarak bu bencillikten kurtulabilir miyiz? Düşünmeyerek mesela, bir şeylerin bencilce “olmadığını” düşünerek ya da. Bunlar ne derece gerçektir? Sorulur bu, cevabı da bir o kadar ilginçtir. Kurtulmak istenilen düşüncelerden düşünürek ya da düşünmeyerek kurtulabilirsin dedik az önce, ne ilginçtir. Ne de güzel oyunlar oynuyoruz kendimizle, bir şey hem düşünürek hem düşünmeyerek yok edilebiliyor. Yine benciliz gördünüz mü? Yapmak istenilen şeyi yine her türlü kendi istediğimiz şekilde, yöntem ne olursa olsun, kendi bildiğimiz şekilde sonuçlandırdık.

19 Mart 2013 Salı

yaşasın kardeşliğimiz!

merhaba!

bizim mücadelemiz ırkçılara, para babalarına, sömürenlere, zalimleredir. gün gelecek kurtulacağız kana susamış parazitlerden! ve mücadelemiz silahla, ölümle, kanla değil; müzikle, kültürle, sanatla! yaşasın sınıfsız, sınırsız bir dünya! bu şarkı da macar grup "qerinek"ten armağan bir yorum hepimize. macar gruptan ermenice bir türkü! yaşasın hepimizin sevgililiği!



mutlu geceler!

12 Şubat 2013 Salı

bırakın bırakın!

merhaba,

bırakın, bırakın alsın sizi ha böyle alsın götürsün ha! rım rırı...


hoşça kalın! (bana "hoşça kal"ın doğru yazılışını öğreten insana öpücükler..)

29 Kasım 2012 Perşembe

gülümseyen takım elbiseliler

merhaba,

çoğu hevesli gencin hayallerini süsleyen özel sektörden bahsetmek istiyorum. hani şu üniversitelerdeki kariyer günlerine katılan insanların müdürü oldukları şirketlerden; süper ötesi fizik, kimya, biyoloji, matematik, genetik, felsefe, psikoloji bilgisi olan dahi genel müdürlere sahip şirketlerden. çoğunun hikayesi aynıdır, "azmettim, başardım." bana o kadar sahtekâr bir söylem gibi geliyor ki bu, anlatamam. neden mi? emek hırsızı bir insan, kendi emeği ile bir noktaya gelemez çünkü. emek çalma işi üzerinden "emekçilik" yapılmaz çünkü. fakat bu insanlar her nasılsa, sağda solda o kadar rahat bir şekilde her alana hakimmiş gibi konuşuyorlar ki, bu benim sinirlerimi alt üst ediyorken, gerçekten bilimle uğraşan, emeğinin hakkıyla bir yerlere gelen insanlara neler hissettiriyor orasını bilemiyorum. bilimsel bir seminer oluyor örneğin, oraya zart zurt şirketinin genel müdürü X vatandaşı katılıyor. öyle bir anlatıyor ki, bilip bilmediği her konuya dalıyor, sağdan soldan duyduğu/okuduğu bilimsel olmayan bilgileri insanlara aktarmaya çalışıyor sonunda da meseleyi "işte ben böyle başardım, siz de başarabilirsiniz"e getiriyor. yok öyle bir şey. serbest piyasa ekonomisinin ve özel sektörün bu denli egemen olduğu bir dünya düzeninde emeğiniz sömürülür, emeğinizden tam verim alamazsınız. sizin emeğiniz üzerinden verim alanlar babasının şirketinin başına geçmiş olan, saçma sapan takım elbiseler içerisindeki, yüzündeki o yapmacık gülümseme ile duran para bağımlılarıdır. kendi çıkarlarını her şeyin üzerinde tutarlar. şirkette bir tasarruf planı uygulanmak istese, 10 tane müdürün maaşını 1000'er TL azaltacağına, 10 alt kademe (!) insanı işten çıkarırlar. kendi maaşlarına, gelirlerine dokunurlar mı? cevabı çok da zor olmasa gerek.

şöyle bir bakınca lenin de, atatürk de, abdullah öcalan da özel sektöre temkinli yaklaşan -ya da hiç yaklaşmayan- insanlar. bir üçgenin üç ayrı köşesine koyulabilecek bu insanların ortak noktaları arasında bunun olması bir şeyleri kafada dank ettiriyor sanki.

velhasıl, ne marx kadar ne de babam kadar ekonomi bilgim yok, sıradan bir öğrenciyim belki, fakat bazı şeylerin farkına varmak için ekonomi profesörü olmaya cidden gerek yok. tamamiyle insani duygu ve düşüncelerle, insan hayatına değer vererek hareket edince, özel sektörün insanı ne denli küçük düşürdüğünü anlayabiliyoruz. hele o takım elbise içindeki adamlar yok mu? gülümsemeleri küfür gibi geliyor bana!

iyi geceler.

17 Kasım 2012 Cumartesi

tüm zamanların en büyük buluşu: BOOK!

merhaba,

dil bilgisi derslerinde işlediğimiz "yoğunluk" kavramını en iyi açıklayan videolardan biri sanırım.


iyi geceler.

simurg / 30 kasım'da sinemalarda

merhaba,

izlememiş olanlar varsa, haberdar olsunlar diye..



iyi akşamlar.